Archive for Kasım, 2012

Sözlük ispikçisi

Yazılarımı ispikleyen sayın ispikçi kardeşim,

Ben kendimden izin aldım yazılarımı paylaşabilmek için, sorun yok yani, alan memnun satan memnun 😉

Sözlüğe selam olsun..

KhR®


Davul bile dengi dengine…

Yaşar Kemal’in bir sözü vardır;

“İnsan birisi için geç kalır ve bir daha kimse için acele etmez”

Erkeği kızı farketmez, uzun süreli bir ilişki geçirdiysen, hayatın boyunca “unutamazsın“.. Unutamazsın arkadaş bu kadar net.. Lanetlenmiş gibi, düşünülmek istenmeyen olgular, unutulmaya çalışılan hatıralar ördüğün duvarda ufacık bir çatlak bulup fışkırıverir ayrık otu gibi.. Tutup koparsan bile yolunu yapmış, çatlağı sıvasan da, beton da döksen, önüne tablo asıp saklamaya da çalışsan biliyorsun artık ” o ” orada..

Madem yapacak bir şey yok, onunla yaşamaya alışmak lazım gelir fark etmez, zarar etmez.. En başından çatlatmamak lazımdı..

Alışmak tek çözüm. ki insanın o ilişkiden ne kazandığına bağlanır denklemler. İlla ki çok sevilmiştir, ama bir şekilde bitmiştir. Üzerine daha da oynamamak lazımdır. Elde edilen tecrübeye basmak lazım bütün bahisleri.. Ha geri dönenler var mı? Çok.. Ama istisna. Neden ayrıldın neden barıştın.. Barışana kadar ki süreçte beraber olduğun insanlardan “Ne götürdün?” …

Uzun süreli bir ilişkiyi bitirmiş insanla beraber olan kişinin de uzun süreli bir ilişki bitirmiş olması gereklidir diye bir tezim var.. Bilmem ne derece doğru.. O zaman gerçek anlamda anlarlar birbirlerini, sınırlarını bilirler. Gereksiz nazlar yapılmaz, Gereksiz kavgalar çıkmaz. İkisi de bilir ki, kafalarının bir köşesinde hala vardır “o“nunla ilgili ufak bir anektod.. Sevilmiyordur, ama merak ediliyordur en azından. Bunun farkında olarak ilişkinin tarafları, birbirlerini kazanmaya çalışarak geçirirlerse vakitlerini, olur bu iş.. Ha karşıda hala onu arıyorsa bir taraf, bellidir, o bertaraf olur gider..

Derseniz ki, daldan dala atlamış birisi, en uzun ilişkisi 6 ay, bir tarafta da bizim uzunlu şahıs.. I ıh, olmaz efendim.. Kısa şahıs anlayamaz yaşanmışlıkları, belki de uzun ilişkisini yeni bitirmiş olan, anlatmak istiyordur, dert ortağı arıyordur. Hayatımdaki her şeyi bilsin, beni tanısın, beni böyle sevsin, aramızda yalan dolan olmasın derdindedir, ama anlamaz işte kısa eleman.. Anlatamazsın da, o kadar başka dünyaların insanıdır ki…

Gereksiz kıskançlıklar, kaprisler girer işin içine, eskinin bir şekilde önüne uzatılmasından feci rahatsız olunmuştur, ve bir gün ansızın biter.. İşte bunun istisnası yok..

Ne yaşa bakar, ne başa.. Her iki taraf için zordur.. Beklentiler farklıdır, görülenler farklı.. O yüzden boşuna dememişler;

“Davul bile dengi dengine” diye…

 

Çift sesli … 2 voiced singer..

Yorumsuz olarak sunuyorum, yorum sizindir.

I am sharing with no comment. It is just up to you..

Vay..


Şöyle denmiş vakti zamanında;

“Ben kadında maziye, erkekte istikbale bakarım.”

                                                                             – Voltaire –

Aynen katılıyorum reyiz..


Hayatımı sikeyim

Hayat uzun bir yol
Gözünü karartmamışsan hayatın,
Uzaktan Kerim, yakından sikim gibi gelir..
Zaman gelir zaferleri teğet geçersin..

Kimi gelir, öğretirsin uçmayı, ellerinden kayıverir.
Kimi zaman olur ne istediğini bilmezsin..
Bazı zaman gelir, bir durak önce inmiştir sevdiğin..

Uzun bir yoldur hayat,
Kimi zaman tökezler, kimi zaman koşar adım gidersin,
Öyle anılar kalır ki benlikte,
Her biri işlenir çizgi çizgi yüzüne, imzalarını atıverir..

Ama öyle bir an olur ki,
Hepsini ayırır atar bir kenara,
Bir tanesi için,
Hayatımı sikeyim dersin…


Kısa bir günün daha kısa özeti

Derinden gelen bir kadın sesiyle uyandı. Gözlerini açmadı ilk, dinledi, ne dediğini anlamaya çalıştı. Obama’nın tekrar başkan olduğunu söylüyordu kadın. “iyi de bundan bana ne, niye söylüyorsun ki bunu sabahın köründe?” düşüncesi geçtiği anda kafasının içinden, peşinden bilinci geldi. Yanında değil televizyonda idi kadın. Sabah alarm niyetine kurduğu televizyon açılmıştı, kadın sabah haberlerini sunuyordu, suçu yoktu..

Yine de okkalı bir küfür savurdu, bilinci gelmesine rağmen değer yargılarının yüklenme süreci devam ediyordu. Gözlerini hafifçe araladı, karanlıktı. “Normal” diye düşündü, zira penceresi yoktu odasının. Kadın anlatmaya devam ediyordu bir şeyleri. İnsanlar da anlamaya.. Gözünü sımsıkı kapattı, gördüğü rüyaya geri dönmeye çalıştı. Mutluydu rüyasında, mutluluğu hoşuna gitmişti. Ne gördüğünü hatırlamıyordu ama saçma mıydı? Gerçekçi miydi? Yüzüyor muydu mesela da hoşuna gitmişti yoksa sevişiyor muydu? Bilmiyordu. Sadece güzel bir rüya gördüğünü biliyordu ve umutsuzca o rüyaya geri dönmeye çalıştı gözlerini daha çok sıkarak.. Sahi, bir kadın sesiyle uyanmayalı ne kadar olmuştu..?

Okkalı bir küfür daha sallayarak gözlerini açtı, doğruldu ışığın düğmesine uzandı. Düğmeye basınca odanın içine beyaz ışık doldu. Oradayken gece ile gündüzün bir farkı yoktu, hep aynı idi… Her işten dönüşünde odasında ki ufak pencereden Kürtçe bir oyun havası duyuyordu. “Acaba” diyordu, “odanın ışığının yandığını görünce mi başlıyor havaya”. Hiç merak etmiyordu, öylesine sorulan bir soruydu onun için. Uyku sersemi burnuna dolan kokuya tekrar küfretti. Her akşam sesini çektiği herifin şimdi kokusunu çekiyordu. Yağda yumurta mıydı? Haşlanmış mıydı? Yumurtaydı, büyük ihtimalle de yağda kızarmıştı. Hiç hazzetmezdi iki şekildeki yumurtayı da. Haşlanmışını bütün gün kokusu ve tadı ağzına geldiği için sevmezdi. Yağdakine biraz daha tahammülü vardı. Fakat tahammül sınırı sarısı bitene kadardı. Beyazını yiyemezdi. Çünkü beceremezlerdi tam pişirmeyi, yıvış yıvış kalırdı o, midesi kalkardı, öylece bırakırdı. Mukozaya benzetiyordu ki, hayatında hiç mukoza görmemişti…

Havaalanına gitmek üzere iş yerinden erken ayrıldı. Çantasını topladı, şemsiyesini aldı, fazla ağırlıklarını ofiste bıraktı ve çıktı. Metroya bindi. Üç vesait değiştirecekti havaalanına gidebilmek için. “Yetişebilir miyim acaba” diye düşündü, saatine baktı. Metrodan inip metrobüs’e yürürken saate bir daha baktı. Bir düşünce belirdi kafasında.. “O”nun işten çıkma saatleri… Tedirgin oldu.. İş yerine çok yakındı. Aynı duraktan binecekti metrobüse. Denk gelir miydi? Hem hevesli hem tedirgindi.. Hem görmeye hevesli, hem ya görürsem diye tedirgin. İstemsizce yanından kayıp giden insanlara dikkat etmeye başladı. Bir yandan tam midesinin üstündeki gelişen duyguya (evet o duygu orada gelişiyordu, buna da dikkat etti ama sonra düşünmek üzere kafasında farklı kaydetti.) isim vermeye çalıştı beceremedi. Durağa geldiğinde gideceği yönde değil, ters yönde yürüdü bir süre. Görürse ne olacaktı? Ne diyecekti? Bilmiyordu. Gidip konuşmayacaktı kuvvetle muhtemel. Konuşmayı istemiyordu çünkü biliyordu hiçbir konuşması hayra bağlanmamıştı. Durağın sonuna geldiğinde kendi istikametine geçti. Ardı ardına otobüsler geliyordu fakat içleri insan doluyu. İnsan değildi onlar, beş kiloluk kasaya doldurulmuş on kilo domatestiler. Kimi ezilmişti, kimi hali hazırda çürüktü. Kimi sapasağlamdı..

Saatine baktı, daha zamanı vardı. Bir sigara yaktı. Durakta zaman geçirmeye çalıştığını düşündü bilinçaltının esaretinde. Belki ihtimalinin kuvvetini tarttı içinde. Dönüp tekrar etrafına bakındı sonra kendine okkalı bir sövüp önüne döndü (evet bütün küfürleri okkalıydı) yarıya kadar sömürmüştü sigarayı ki boş bir otobüs geldi. Bir önceki otobüslerin durumunu düşününce, şansını zorlamaması gerektiğine kanaat getirip otobüse doğru ilerledi. Sigaradan son bir nefes çekip otobüse bindi. İki adım atmıştı ki, geri döndü, kafasını orta kapıdan dışarı uzattı, çektiği nefesin dumanını dışarı üfledi ve tekrar içeri girdi…

Çok yağıyordu mübarek. Yerden seken damlalar diz hizasına kadar geri yükseliyordu. İlk önce fark ettiğinde şaşırdı. Bir hayret ifadesi sesli çıktı ağzından sonra tekrar sustu. Şemsiyesini yanına aldığından dolayı kendisine okkalı bir teşekkür etti (evet teşekkürleri de okkalıydı).  Şemsiyesiz insanlar koşarak bir yerlere yetişmeye çalışıyorlardı. Hâlbuki yeni başlamamıştı yağmur, çok olmuştu. Bir şemsiye almak akıllarına gelmemiş miydi? Vazgeçti sonra ıslanan insanlar hakkında düşünmekten. Bir cümle belirdi kafasının içinde yanıp sönen ki, o cümleyi sabah gördüğünden beri aklının bir köşesindeydi. Bütün gün ara ara aklına geldi, ara ara düşündü ama hep köşedeydi. Şöyle diyordu cümle; “hayatınızdaki en özel insan, bu cümleyi okur okumaz aklınıza gelen ilk insandır.”

Rahatsız etmişti onu ilk aklına gelen insan. Orada olmamalıydı.

Evet, özel olmalıydı ama en özel bir taneydi ve o bir tane “o” olmamalıydı. Sigara paketini çıkardı. Sigara içmeyi hiç istemediğini fark etti. Biraz önce oteline bıraktığı Ürdünlü, o kadar çok sigara içirmişti ki ona,  boğazı yanıyordu. Ama bu yağmura bir sigara yakışır diye düşündü. Sigara ihtiyacı için değil zevk için içecekti. Şemsiyeyi kolunun altına sıkıştırdı, bir eliyle siper yaparak sigarasını yaktı. Sonra bu ezile büzüle yaptığı hareketin gereksiz olduğunu fark etti zira hiç rüzgar yoktu. Denemek için çakmağı sipersiz olarak yaktı, kıpırdamadan yanan alevi bir süre seyretti, sonra yürümeğe devam etti. Halini düşündü. O kadar çok düşünecek hali vardı ki hangisinden başlaması gerektiğini bilemedi. Haciz mektubu gelmişti mesela. Bu hafta sonuna kadar ödemesi gerekti. Kredi kartının limiti kalmamıştı, her an gecikme faizi gelebilirdi. Bir diğer banka kredi veririm vaatleriyle saf benliğini kandırmış, gerekli belgeleri hazırlarken, iptal ettiklerini bildirmişlerdi. Maddi olarak çökmüştü ama ona koyan bu değildi. O cümleye o anlamı niye yüklemişti? “O”nun bu derece özel olmasını gerektirecek şey neydi..? Kendi hayatından çıkardığı insan iki gün önce onu siktir etmişti. Eli yandı, yanan eline baktı. Zevk için yaktığı sigarayı içmemiş, sömürmüştü adeta. En sonunda da elinde sönmüştü. Sigarayı savurdu, hem kendine hem sigaraya bağırarak okkalı bir küfür savurdu. Elini sağan yağmura uzattı acısını alması için. Bitikti. Çökmüştü. Karnından yukarı o isim veremediği duygu yükseldi, gözlerinde yoğunlaştı. Şemsiyesini kapattı, sağanak yağmurun onu sırılsıklam etmesine izin verdi.

Yağmur yağdı, damlalar yere çarptı..

Hüzünlenmişti, gülümsüyordu.

Yağmurla beraber üç damla fazla düştü yere…